Kaç baharı gerçek sanıp kandık söylesenize...
Kaçına "Nihayet" hasretle kucak açtık ve ka­çında yanıldık...
Kaç kez ayaz vurmuş dallarımızda filizlerimiz sön­dü.
Yine de uslanmadık.
Yine geveze bir dosta sırlarımızı açar gibi açıldık yalancı bahara...
Yine yanıldık. Peşinden bastıran tipiyle ayıldık.
Ne yapalım ki, dalında patlamayı bekleyen bir to­murcuk gibi susamıştık ilk­yaza... Kaç zaman olmuştu kendimizi güneşin kollarına bırakıp, ormanda yayılan ke­kik kokularıyla sarhoş olmayalı...
Tahmin ediyorduk, üze­rimize katran rengi bir kafes gibi çöken bulutların ardın­da güneşin gülümsediğini...
Daha ilk ışınları deler delmez kafesi, açtık iştahla ruhumu­zun pencerelerini...
Bahar öyle kolay gelmezdi as­lında; biliyorduk; yanlış baharlar­da az mı ayaz yemiştik.
Kaçımız mart güneşine aldanıp açılmış ve kara kafesin ağına düşmüştü yeniden...
Bahar, ilan-ı aşk mevsimiydi; astık aşklarımızı ilan panolarına, sevdalar yasakken daha...
Bahar, barışın mevsimiydi; müjdeledik barışı, silahlar konu­şurken hâlâ...
Söyledik, ancak yazın söylene­cekleri, güneş henüz toprağı ısıtmamışken...
Can DÜNDAR